آ بهنود فرمودید( که پیروزی آقای احمدی نژاد بیش تر حاصل اشتباهات رهبران اصلاحات بود که نتوانستند با هم ائتلاف کنند، )نقطه همین جاست کاش شده با سمبه در همان زمان به یاد و به مغ این عزیزان اصلاح طلب می چپاندید که لطف نکردید از همه دری گفتید الا از این موضع.نکند استاد شما هم بعدا به این موضع اعتلاف پی بردید.بگذریم به هر حال اصلح می دانید در تقویم حوادث خودتان هم یادی از گشتار 21 آذر شصت و یک سال قبل ارتش ظفرنون شاهی بکنید که دمل چرگین آن در سال بهمن سال 56 در تبریز بازشد و ریشه سلطنت آریائی را برد.وقدرقدرت گریان رفت و نظر تان را در مورد اصول ۱۴ و۱۵ و۱۹ قانون اساسی را بیان فرماید لطفا.
پاموک: چمدان پدرم
| |||||
اورهان پاموک، نویسنده سرشناس ترک که امسال برنده جایزه نوبل ادبیات شد، سخنرانی خود به مناسبت دریافت این جایزه معتبر را به ستایش از پدرش اختصاص داد.
آقای پاموک در سخنان خود از پدرش برای آشنا کردن وی با جهان ادبیات قدردانی کرده است. متن سخنرانی اورهان پاموک، " چمدان پدرم" نام دارد که اشاره ای به چمدانی است که پدر آقای پاموک، پیش از مرگش به او داده بود. در این چمدان، دست نوشته های پدر اورهان پاموک از زمان جوانی وجود داشت. " دو سال پیش از مرگش، پدرم این چمدان کوچک را داد که پر بود از دست نوشته ها و دفترچه های شخصی او و پدرم با لحن طنز همیشگی اش به من گفت که این نوشته ها را زمانی بخوانم که او دیگر نباشد." "پدرم در دسامبر 2002 درگذشت و من آرزو می کنم که امروز او در میان ما بود." اورهان پاموک در توصیف اینکه چرا می نویسد گفته است " می نویسم، چون از دست همه شما، همه، خشمگین هستم، می نویسم، چون تبدیل زیبایی های دنیا به کلمات، شور زیادی در من ایجاد می کند." نویسنده برنده نوبل ادبیات 2006 نویسنده را چنین توصیف می کند " کسی که خودش را در یک اتاق حبس کند، پشت میزی بنشیند و در تنهایی به درون خود مراجعه کند و دنیای جدیدی را با کلماتش بسازد." پدر اورهان پاموک نوشتن را به عنوان حرفه خود انتخاب نکرد اما شور و علاقه اش به کتاب و نوشتن را به پسرش منتقل و او را به نوشتن تشویق کرد. "هنگامی که به کتابخانه پدرم نگاه می کردم، تصویری کوچک از دنیای واقعی را می دیدم." اورهان پاموک نوسنیده کتاب هایی است که به بیش از 20 زبان دنیا ترجمه شده اند. برف و سرخ نام من است از معروف ترین آثار این نویسنده سرشناس ترک به شمار می روند. |
Bugün mahallemizin hırçın sanatçısı Kürt Ahmet Kaya’nın aramızdan ayrılışının 6.yıldönümü. 43 yıllık yaşamında arka sokakların hırçın sanatçısı olarak yaşayan Ahmet Kaya, halkların özgürlük mücadelesinde hep ön saflarda yer aldı.
Onunkisi sıra dışı bir yaşamdı. Her ne kadar hayatının bazı dönemlerinde ‘Yorgun Demokrat’ olduysa da, o hep baskı, şiddet, işkence ve tutuklamalara karşın “Başkaldırıyorum” dedi. 12 Eylül’ün ardından çıkardığı albümle soruşturmalık oldu. Devrimci marşları dinlediği için tutuklandı. ‘Kürtçe şarkı yapacağım ve o şarkıya klip çekeceğim’ dediği için linç girişimleriyle karşı karşıya kalarak, sürgün edildi..
Ölümlerin kol gezdiği, tutuklamaların olduğu ve boydan boya bütün ülke halklarının işkence tezgahlarından geçirildiği 12 Eylül 1980 yılında Ahmet Kaya ölüme karşı “Ağlama Bebeğim” albümünü çıkardı. Sanatçı bu albümde, “Umut sende, yarın sende, yağmur gibi gözyaşı niye” diyerek, hem isyan bayrağını çekti hem de insanlara umut ve cesaret dağıttı. Zifiri karanlıkların hakim olduğu ülkede, o yıllarda Ahmet Kaya, dağların arkasından doğacak güneşi selamladı. “Bir güneşti gördüğüm dağlar ardında” sözleriyle adeta karanlığa ve ölüme meydan okuyarak çıkışını sürdürdü.
Aslında onun kavgası daha çocuk yaşta başladı. 6 yaşındayken babası ona aldığı uzun saplı bağlamasıyla, 3 yıl sonra babasının çalıştığı fabrikada yapılan 24 Temmuz işçi direnişi etkinliğine katıldı. Daha sonraki yıllarda yanında çalıştığı ve çok sevdiği minibüs şoförü ‘Başar ağabeyi’ bir gün tutuklanınca küçük Ahmet bağlaması ile gözaltı ve tutuklamalara karşı ilk bestesini yaptı: “Bir Volkswagen alacağım, Adını ‘Başar’ koyacağım.”
'68 kuşağı hayranıydı
Kürt bir baba ve Türk bir annenin çocuğu olan Ahmet Kaya, 1957 yılında Malatya’da doğdu. İşçi bir babanın 5.çocuğu olan Ahmet Kaya daha çocukken müzik sevdası filizlendi. Küçük yaşlarda halk ozanı Ruhi Su’nun etkisinde kalan ve onun hayranı olan Kaya, sürekli sanatçının plaklarını dinledi. Ruhi Su ile daha sonraki yıllarda karşılaştı. Su’nun O’na söylediği “bağlama böyle döver gibi çalınmaz” sözü Kaya’yı yeni arayışlara sürükledi. Daha sonraki yıllarda Ahmet Kaya, adeta Ruhi Usta’nın kendisine söylediği cümleye gönderme yaparak “Bağlama böyle de çalınır!” sloganıyla konser düzenler.
O yıllarda genç Ahmet Kaya, devrimci rüzgârın estiği ’68 kuşağın etkisindedir. Onlar gibi bol paçalı pantolonlar giyen, uzun saçlı bir gençtir. Tercihini ezilenlerden yana koyan sanatçı hep isyankârdır. Arayışı tükenmeden devam eder. Bu arayış onu yetmişli yılların toplumsal başkaldırısının içine çeker ve kendisi gibi olanlarla buluşur.Ardından şarkılar, özgün müzik ve devrimci marşlar söyler… Bu dönemde ailesine ekonomik katkıda bulunmak zorunda kalan genç Ahmet Kaya okulu bırakır. Çeşitli işlerde çalışmaya başlar ama bağlamasını yanından hiç ayırmaz. Müzikal arayışlarını sürdüren Ahmet Kaya, diğer yandan da hayatı değiştirme idealizminin ve gençliğinin dinamizmiyle toplumsal muhalefet içersinde yerini alır. Halk Bilimleri Derneği’nin kültür bölümünde çalışan Ahmet Kaya, Türkiye’nin birçok yerinde konserlere gider. 1977 yılında İstanbul’un Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs İşçi Bayramı’na katılır. Yapılan saldırıda arkadaşını kaybeder. Kendisi kıl payı kurtulur. Liseyi dışarıdan bitiren Kaya, Eğitim Enstitüsü’ne girerek, keman bölümünde eğitim görür.
Şarkılar halkı birleştirdi
Özel yaşamının kendisinde yarattığı yıkımlardan dolayı 1980’li yıllar Ahmet Kaya için zor yıllardır. Evlendiği eşi iki yıl sonra Ahmet Kaya’nın çalışmaması yüzünden gelecek kaygısıyla evi terk eder. Ve ardından da boşanır. Ahmet Kaya için bu yıllar bazı şeylerin netleşmeye doğru gittiği yıllar olacaktır. Beste yapma çalışmalarına ağırlık veren Kaya, artık kendini tamamen müzik alanında ifade eder. 1984 yılına gelindiğinde ise arkadaşlarının yardımıyla “Ağlama Bebeğim” albümünü çıkarır. 12 Eylül rüzgârının estiği Türkiye’de Ahmet Kaya’nın albümü hiçte hoş karşılanmaz. Albüm hakkında toplatılma kararı çıkartılır. Albüm yasaklanır.
Artık bu yıllarda Ahmet Kaya’nın dinleyici profili de yavaş yavaş netleşir: Üniversite öğrencileri, yoksullar, 12 Eylül mağdurları ve muhalif kesimler. Ahmet Kaya’nın sesi ve şarkıları artık, örgütsüz ve muhalefetin sesiyle buluşmaktan neredeyse, giderek bir “isyan müziği” olmaktadır.
Kısa bir süre sonra ikinci albümü “Acılara Tutunmak”ı yapan Kaya, ardından içerdekilerin sesi olan “Şafak Türküsü” albümünü piyasaya sürer. Ve bu yıllarda Kaya, kendi bestelerinin yanı sıra Ahmed Arif, Attilâ İlhan, Enver Gökçe ve Hasan Hüseyin Korkmazgil gibi şairlerin şiirlerini de besteler.
‘Kod Adı Bahtiyar’
Altıncı albümünde “Başkaldırıyorum” diye Kürt Ahmet Kaya, güneydoğuda savaşın yoğunlaştığı ve baskıların had safhaya çıktığı 90’lı yıllarda “ İyimser Bir Gül”le, diğer adıyla “Kod Adı Bahtiyar”la karşılar. O yıllara kadar hep küçük konserler veren Kaya, 1990 yılında ilk kez çok geniş bir alanda konser verme şansı bulur. Gülhane Parkı’ndaki konsere 150.000 kişi gelir. Polis seyircilere ateş açar. Birçok kişi yaralanır. Kaya, bir kez daha bir seyircinin sahneye atlayıp boynuna doladığı fuların sarı-kırmızı-yeşil renklerinin Kürt simgesi olması gerekçesi ile yargılanır. Bu dönemde Kürt sorunundan bahseden Kaya, birçok defa gözaltına alınıp yargılanır. 1994 yılında ise Kaya, “Şarkılarım Dağlara” isminde bir albüm çıkarır. Bugüne kadar resmi olarak 2 milyon 800 bin satışla rekor kırar. 1995 yılında Cumartesi Anneleri’ne destek için “Beni Bul” albümünü çıkarır. Hep sol düşünceyi savunan Ahmet Kaya, dönem dönem ılımlı düşüncelerinden dolayı solcular tarafından da yoğun eleştiriler alır. 1998 yılına gelindiğinde Ahmet Kaya kendi stüdyosunu kurar ve “Dosta Düşmana Karşı” albümünü orada çıkarır. Bu albüm kısa bir sürede birinciliği eline alır.
Kürtçe klip ve linç girişimi
Sanat yaşamı boyunca onlarca ödül alan Ahmet Kaya, birçok kez çeşitli kurumlar, televizyonlar, radyolar, gazeteler, dergiler tarafından gerçekleştirilen halk oylamalarında “Yılın Sanatçısı” seçilir. Her albüm sonrası olduğu gibi ’98 yılında da bu kez Magazin Gazetecileri Derneği’nin halk oylamalarıyla belirlendiği “Yılın Sanatçısı” Ahmet Kaya olmuştur. 10 Şubat 1999 gecesi Türkiye’nin en ünlü sanatçılarının ve simalarının bulunduğu ödül töreni televizyonlarda canlı yayınlanıyordu tüm Türkiye’ye. Herkes sırasıyla çıkıp ödülünü alıyordu sahnede. Sıra Ahmet Kaya’ya geldi. Bir kez daha sahneye alkışlarla çıktı, ödülünü aldı ve “Giderim” isimli şarkısını söylemek için mikrofonu eline alıp şu konuşmayı yaptı: “Ben bu ödülü İnsan Hakları Derneği’ne, Cumartesi Anneleri’ne, tüm basın emekçileri ve Türkiye halkı adına alıyorum. Çok teşekkür ediyorum. Bir de bir açıklamam var; şuanda hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayınlayacağım albümümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayınlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum. Yayınlamazlarsa da Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını da bilmiyorum.” Ardından saldırılar başladı. Salonda bulunanlar tarafından ‘Onuncu Yıl Marşı’ okunarak, Ahmet Kaya’ya linç girişimi başlandı. Ertesi gün televizyon ve gazeteler bir ağızdan Ahmet Kaya’ya Kürtçe dediği için saldırılar başlattı. Eski arşivler çıkartıldı. Kaya’yı ‘vatan haini’ ilan ettiler. Savci, Ahmet Kaya’nın bu sözlerinden dolayı 13 yıl hapis cezası istiyordu. Ahmet Kaya çıkarıldığı mahkemede tutuklandı. Ancak yapılan itiraz dilekçesi kabul edilmesi sonucunda Ahmet Kaya aynı gün serbest kaldı. 1999 yılının Haziran ayında İstanbul’u terk ederek Avrupa’ya çıkmak zorunda kaldı.
‘Ölene kadar Kürdüz’
Ahmet Kaya artık Paris’tedir. Sürgün günleri başlar kendisi için.
“Tarifi imkânsız acılar içindeyim
Gurbette akşam oldu, rüzgâr peşindeyim
Yurdumdan uzak yağmurlar içindeyim
Akşam oldu sürgün susuyor…”
Sürgün onun için tıpkı bu dizelerdeki gibi acı verici ve çekilmezdir. Kaya, her ne kadar ülkesine geri dönmek istese de, bu istemini gerçekleştiremedi. Kaya Paris’teki sürgün evinde her an İstanbul’daki evine dönecekmiş gibi yaşamaya çalıştı. Avrupa’da konserler verdi, Kürtçe ve Fransızca dersler aldı, birçok konserinde; Türkiye halkıyla bir sorununun olmadığını yalnızca Kürt olduğunu ve Kürt realitesinin tanınması gerektiğini her fırsatta dile getirdi. İlk kez Avrupa’daki bir konserinde, “Ölene kadar Kürdüz” bestesini dillendirdi. Ahmet Kaya için acı ve çekilmez sürgün günleri fazla sürmedi. 16 Kasım 2000 sabahı Paris’teki evinde geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde daha 43 yaşındaydı. Ertesi gün Avrupa ve Türkiye’den 30.000’in üzerinde seveni geldi Paris’e. Hep bir ağızdan şarkılarını söyleyerek, onu tarihi mezarlık olan Peré Lachaise’e teslim ettiler. Yılmaz Güney ve daha yüzlerce devrimcinin yanına. Ahmet Kaya gittiğinde arkasında, henüz bir tanesi yayınlanmamış 18 albüm ve 200 civarında beste bıraktı.